Hastalıklarımızın farkında mıyız? Hastalık diyorsam öyle hepimizin aklına gelenleri kastettiğimi sanmayın. Nihayetinde bir doktora müracaat eder ve yazdığı reçeteyi elimize alır, buna ilave olarak söylediği bir iki ayrıntıya da dikkat ettik mi şifa bulur sağlığımıza kavuşuruz çünkü. Bazen bu kadar basit olmaz ama. Ciddi rahatsızlıklarımız da olabilir. Bu durumda teknolojik imkânları kullanarak röntgenimizi çeker doktorlar. Bunları inceler ve ona göre bir tedavi uygularlar. Bu da yeterli olmaz bazen. Ameliyat kaçınılmazdır. Çaresiz uzanırız masaya ve kendimizi doktorların ellerine teslim ederiz. Sağlığımız söz konusu olduğu için, dalında en iyi olan, işinin ehli olan doktorları tercih ederiz ameliyat konusunda. Elbette bunda yadırganacak bir durum yoktur. Yaptığımız kesinlikle doğrudur. Çünkü sağlık büyük bir varlıktır. Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman ne diyor?
“Yeryüzünde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Peki, bedeni hastalıklarımız dışında da hastalıklarımızın olabileceğini hiç düşündük mü? Toplumu çürüten, benliğimizi, şahsiyetimizi, onurumuzu yok eden, bizi kemirip duran hastalıklar… Eğer düşünmüşsek, bunları tedavi etmek için herhangi bir çabaya giriştik mi?
Hırs, kibir, kıskançlık, doyumsuzluk, kanaatsizlik, büyüklere saygısızlık etmek, küçüklerden sevgiyi ve şefkati esirgemek, sattığımız malın kusurlarını alıcıya söylememek, yalan söylemek, çalmak, kalp kırmak, iftira etmek, gıybet yapmak, çekiştirmek, haksız kazanç edinmek, vergi kaçırmak, devleti dolandırmak, devletin malı deniz… demek, suizanda bulunmak, bilgimizin olmadığı bir konuda ahkâm kesmek, yani bilgiçlik taslamak, küfretmek, sövüp-saymak, işimizi hakkıyla yapmamak, başkalarının hakkını gasp etmek, sorumluluklarımızı yerine getirmemek ve daha neler neler…
Bunların da bir çeşit hastalık olduğunu biliyor muyuz? Mutlaka biliyoruz ama ne gariptir ki, bu hastalıklardan korunmak veya kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Oysa insanı insanlıktan çıkaran hasletlerdir yukarıda saydıklarımız.
Bunlardan kurtulmanın çaresi ne olabilir? “Kişi, kendinin doktorudur.” derler. Galiba burada da aynı mantık söz konusu. Öncelikle istemek lazım. Biz kendimize dikkat etmez, bu hastalıklardan kurtulma çabası gütmezsek, bunun için bir adım dahi atmazsak, kokuşmuş dünyamız etrafında döner dururuz ki; ne kendimize ne içinde yaşadığımız topluma hiçbir faydamız olmaz. Oysa insan kendini düşündüğü kadar, milletini, devletini de düşünmeli, hatta onları kendinden daha fazla düşünmelidir. Geçmiş haftalardaki yazılarımızdan birinde sağlam bir toplum için ilk şartın sağlam bir aile yapısı olduğunu belirtmiştik. Ailenin, toplumlar için hayati önemini açıklamaya çalışmıştık. Bu gün ise sağlam bir aile için sağlam ruh yapısına sahip insanların olması gerektiğinden söz ediyoruz. Çürük temeller üzerine inşa edilen bir bina, nasıl ki bir müddet sonra sağından solundan deforme olmaya başlar ve nihayetinde yıkılmaya kadar gider, işte aile de böyledir.
Günümüzde ailelerin dağılmasında yaşanan artışlar korkunç denecek boyutlara ulaşmışsa bunun bir tek nedeni vardır. Hasta oluşumuz… Manevi hastalıklarımız… Bunlardan kurtulmak için çaba içinde olmamamız… Kurtuluş reçetelerini aramamamız…
Çünkü bu hastalıklar zahiri hastalıklarımız gibi değil. Bedenimiz acı içinde kıvranmıyor, eziyet çekmiyoruz, aksine nefsimize hoş geldiği için bunlardan kurtulma çabası içine girmiyoruz. Asıl eziyeti çekenin, zavallı ruhumuz olduğunu bilmiyoruz. Oysa nefsimiz ruhumuza asla galebe çalmamalı, üstün gelmemeli. “Sağlam karakter, sağlam vücutta bulunur.” vecizesinde, sağlam vücuttan kasıt bedenimiz değildir. O bedene hayat veren ruhtur. Karakter yapısı sağlam olan bireyler olmak istiyorsak çözüm elimizin altındadır. Ne yapılması gerektiği de apaçık ortadadır…