13 Haziran 2009 Cumartesi

Denge

Âlemlerin rabbi olan Allah(cc), kâinatı belirli bir dengede yaratmıştır. Yıldızlar, güneş, gezegenler ve galaksiler belli bir nizam içerisinde seyirlerine devam ediyor. Sular, yer ile gök arasındaki döngüsünü sürdürüp duruyor. Gece ile gündüz birbirini kovalarken mevsimler gelip geçiyor. Her sonbahar dökülen yapraklar, sararan otlar, çırılçıplak kalan ağaçlar her ilkbaharda yeniden canlanıyor, dallar yeniden filizlenip tomurcuklanıyor ve çiçek açıyor, yaz gelince afiyet ile yediğimiz meyveler ise dallardan ahenkle sarkmaya başlıyor. Ortalık bir renk cümbüşüne dönüşerek tarifsiz bir seyir zevkine kavuşturuyor bizleri.
Âlemleri ve insanı var eden Allah(cc),  her şeyi bir dengeye oturtmuşken onun kulları olan bizler, yaptığımız tüm işlerde belirli bir denge izlemek zorunda değil miyiz acaba? İşimizde, evimizde, ibadetimizde, birbirimizle olan ilişkilerimizde, dengeli bir çizgide yürümek zorunda değil miyiz?
Şüphesiz ki denge mevhumunu hayatına tatbik etmeyi başarabilen insan, erdemli insandır. Bu çizgide devam etmekse daha büyük bir erdemdir.
Her alanda olduğu gibi çocuklarımızın yetişmesinde de bu çizgiye dikkat etmeli ve dengeli bir yol izlemeliyiz. Bizleri kararlı gören çocuklar yaşamlarını bu yönde geliştirecek ve öyle de devam edeceklerdir. Ancak bizim kararlılığımız elbette ki menfi yönde olmalıdır. Yoksa kuru bir kararlılık ne bize ne çocuklarımıza bir fayda sağlamayacaktır.
Bizden herhangi bir talebi olan çocuğumuzu önce ciddiyetle dinlemek ve isteğinin gerekliliği konusunda karşılıklı konuşmak gerekir. Çocuğun talebi bize göre anlamsız ve gereksiz olabilir ancak unutulmamalıdır ki; kendi dünyasında çoktan inanmıştır bunun gerekliliğine. Bu durumda yapılması gereken ne olmalıdır? Çocuğun talebini yerine getirmek mi, yoksa onu dinleme zahmetinde bile bulunmadan kestirip atmak mı?
Sebebini izah etmediğimiz davranışlar doğru değildir. Çocuk, isteklerinin reddedilme sebebini bilmek ister. Elbette buna hakkı vardır. Bizler de kocaman insanlar olduğumuz halde aynı tutum içine girmiyor muyuz? O halde aynı davranışı sergileyen çocuğu, anlayışla karşılamak zorunda olduğumuzu neden unutuyoruz?
Çocuğumuzun çantaya ihtiyacı var ve beraber alışverişe çıktık. Değişik çantalara baktık, fiyatlarını öğrendik. Bütçemize göre bir çanta almamız gerekiyor ancak çocuğun umurunda değil. O, gözüne kestirmiştir alacağını. Burada bir çatışma çıkması kaçınılmazdır. Biz bütçeye uygun olanı almak istiyoruz, o ise kendi istediğinde diretiyor. Asıl mesele burada başlıyor ve bizim maharetimiz işte bu noktada devreye giriyor. Çocuğu incitmeden meseleyi halletmek…
Her kapının bir anahtarı vardır. Yanlış anahtarla kapıyı açmaya çalışmak anahtarı kıracak, kilidi bozacaktır. Mutlaka doğru anahtarı bulmak ve kullanmak gerekir.
Bu durumda ne yapmalıyız? Galiba biraz daha fedakârlık yaparak orta bir yolda buluşmalıyız çocukla. Doğru anahtar işte budur.  

***

            Öte yandan çocuğun her isteğini yerine getirmek kadar yanlış bir davranış yoktur aileler için. Böyle bir tutum içerisinde olan aile, çocuğunu dipsiz bir kuyuya çevirdiğinin farkında değildir. Nasıl ki dipsiz kuyu, içine her atılanı yutar ve hiç dolmazsa, her isteği karşılanan çocuk da doyumsuz olacak ve isteklerine her geçen gün bir yenisini ekleyecektir. Ekonomik durumu iyi olan aile için bu durum önemsiz görünebilir. Onlar çocuklarını mutlu ettiklerini düşünüyor olabilirler ve mutlu da ediyorlardır ancak bu mutluluğun ilerde ortaya çıkaracağı muhtemel problemleri hesaplayamıyorlar.
            Bardak, hacmi kadar suyu alabilir. Biraz fazla doldurulmaya kalkışılırsa taşar. Taşan su bir yerleri ıslatır. Bu bir dere yatağı da olabilir. Aşırı yağan yağmur sularını taşıyamayan bir dere yatağının durumunu söylemeye bile gerek yok. Yatağa sığmayan sel suları, önüne çıkan her şeyi yıkacak, sökecek alıp götürecektir.
            Özellikle Avrupa’da intihar olaylarının artmasının sebepleri arasında, gençlerin içine düştükleri boşluğun etkili olduğu söylenmektedir. Bu boşluğun nedenlerinden biri de doyumsuzluktur. Hayatta her istediğini elde etmiş olan bir insanın hedefi kalmamışsa yaşamasının bir anlamı olmuyor mu yoksa! Kişi, manevi dünyadan da uzaksa buna şaşırmamak lazım.  Öyle ya! Manevi duygulardır insanı hayata bağlayan… Uğruna yaşanılacak bir şey kaldığına inanılmıyorsa ve hayattaki her zevk tadılmışsa…
Bu duruma düşen birisi ya hayatına ya da başkalarının hayatına kast edecektir. Nitekim zaman zaman şahit olmuyor muyuz bu duruma? Ne kadar acı, değil mi?
            O halde sevgili anne-babalar! Ekonomik durumu iyi olan-olmayan aileler! Yaşamımızda orta bir yol tutmak ve elimizdeki imkânları denge unsurunu göz önünde bulundurarak kullanmayı, eldekiyle yetinmeyi ve onu amaca uygun harcamayı kendimize ilke edinmemiz gerekiyor. Ona, kanaatkâr olmayı, aşırıya kaçmamayı, israfın yanlışlığını, cimriliğin ve aşırı tutumlu olmanın doğru olmadığını, yaşam boyu dengeyi korumanın gerekliliğini anlatalım, anlatmakla kalmayıp bunu yaşamımıza tatbik edelim. Çocuğumuz için, onun geleceği için… Çöl ortasındaki adam gibi olmamaları için…

Kıssadan Hisse

Adamın biri çölde devesiyle yolculuk yaparken bir vahaya rastlar. Hem kendi hem devesi yorgundur. Dinlenmek için iyi bir imkân geçmiştir eline. Hem susuzluğunu giderecek hem serinleyecektir. Belki biraz da uyuyacaktır. İlk iş olarak üzerindeki tüm elbiseleri çıkarıp suya dalar. Çöl ortasında su… Kim olsa aynını yapar herhalde.
Her neyse! Uzatmayalım. Suyun içinde keyif çatarken devesinin ve elbiselerinin bir hırsız tarafından araklandığının farkına bile varamamıştır. Başına gelen felaketi fark ettiğinde iş işten geçmiştir.
Çırılçıplak, çöl ortasında kendinizi düşünün!
Sağa sola çaresiz koşuşturup durur. Bağırışlarını kızgın çöl kumlarından başka işiten olmayacağını bildiği halde sesi kısılana kadar lanet okur hırsıza.
Bu arada uzaklardan bir karartının yaklaşmakta olduğunu fark eder ve utandığı için hemen kumların üzerine yatar, belden aşağısı görünmeyecek şekilde kuma gömer kendini.
Yaklaşan yolcu çöl ortasında gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemez ve belden aşağısı kumlara gömülü adama sorar:
-Bu halin nedir?
Başına gelenleri anlatır bizimki.
-İyi! Haline şükret, der adam. Bizim ki sinirlenir ve adama çıkışır.
-Sen ne saçmalıyorsun be! Neyime şükredeyim? Görmüyor musun halimi? Çöl ortasında çırılçıplak kalmışım… Buna mı şükredeyim?
-Bak! En azından kendini kumlarla örtmüşsün. Hiç olmazsa edep yerlerin görünmüyor. Daha ne istiyorsun? Der ve uzaklaşıp gider.
Kumun içinde öfkeden kudurmuş bir halde adamın arkasından sövüp sayarken çıkan fırtına, kumları havada uçuşturmaya başlar. Şimdi gizlemeyi başardığı yerleri de meydanda kalmıştır.