İşlek caddelerde, sokaklarda yürüyorsun. İşyerlerinin, alışveriş merkezlerinin tabelalarına göz atıyorsun. Anlamını bilmediğiniz kelimeler… “Acaba Türkiye’de değil de başka bir ülkede miyim” hissi uyanıyor içinizde. Sonra Karamanoğlu Mehmet Bey’i hatırlamadan edemiyorsunuz. O meşhur fermanın "Bugünden geru divanda, dergahta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır." fermanının sahibi… Derin bir “ooof” çekip yolunuza devam ediyorsunuz. Yol üzerinde değişen bir şey yok. Manzara aynı…
Ülkemizde farklı milletlerden insanlar da yaşıyor elbette. Onların, işyerlerinin isimlerini kendi dillerinde koymaları yadırganmaz fakat bize ne oluyor ki kendi dilimiz dururken başkalarının dilini getirip dükkanımızın kapısı üstüne büyük bir özenle yerleştiriyoruz? Buna sebep ne olabilir? Popülerite mi, cahillik mi, özenti mi, aşağılık kompleksi mi nedir? Yani yabancı bir isim daha fazla iş yapmamızı mı sağlıyor? Türkçe kelime kullanmak zorumuza mı gidiyor, ayıp veya yadırganacak bir durum mu? Ne oluyor bize ey millet? Bu vurdumduymazlık ne kadar ve nereye kadar devam edecek? Unutulmamalıdır ki milletleri oluşturan unsurlar arasında dil büyük bir öneme sahiptir.
Diyeceksiniz ki: “Ne olur sanki, ne zararı var işyerine yabancı bir isim koymanın?” Görünürde bir zararı yok belki fakat kültür yozlaşması, kültür değişimi denen bir şey var ortada. Kendi özümüz dururken elinkiyle ne işimiz olur? Onlar bize özensin, onlar bizim kelimelerimizi işyerlerine isim olarak versinler.
İkinci ve belki de asıl önemli olan bir mevzuda konuşmak gerekiyor şimdi. Gençler, özellikle lise ve üniversite çağındaki gençler arasında geçen konuşmalara hiç şahit oldunuz mu? Türkçe ne hallere düştü hiç düşündünüz mü? Bunda Tv’lerin de etkisi yok değil elbette. Sonuçta her şey özenti ile başlıyor. İnsan duyduğunu, gördüğünü yapmaya başlıyor. Peki buna mecbur mu? Hayır, asla, kesinlikle… İyi yetiştirilmiş, bilinçli, sağduyulu gençler bu yanlışın içine asla düşmezler.
Sanal ortamda kullanılan birkaç kelimeyi aktarmak istiyorum.
Ne anlama geldiklerini merak ettiniz mi? Bu kelimeler hangi dile ait biliyor musunuz? “Türkçe, şeker, aşkım” kelimeleri ne hale gelmiş de haberimiz yok. Ne yazık ki bu sadece bir örnek. Daha böyle yüzlercesi var.
Fransızların “Benim iki vatanım var. Birisi yaşadığım topraklar; ikincisi konuştuğum ana dilim” sözü çok dikkate alınması gereken bir sözdür. Umursamazlığımız ve duyarsızlığımız devam ettiği müddetçe güzel dilimizin aşırı derecede yozlaştığına şahit olmaya devam edeceğiz. Bu konuda herkese, her kuruma görev düşmektedir. Özellikle televizyonlarda gösterilen dizilerin yapımcıları çok hassas olmalı, çıkar uğruna saçma sapan kelimelerin kullanıldığı konuşmalara yer vermemelidirler. Resmi kurumlar işyerlerinin isimlerinin Türkçe olması konusunda kanun çıkarmalıdırlar. Bu konuda yaptırımlar olmalı, herkes istediği gibi davranma hakkına sahip olmamalıdır. Özgürlük demek kendi öz kültürünü baltalamak demek değildir. “Burası demokratik bir ülke, özgür bir ülke, istediğim gibi konuşabilirim” deme lüksümüz yoktur. Bu konuda özgürlük olmaz. Bu konuda herkes başına buyruk hareket edemez. Çünkü toplumsal bir sorundur dilin yozlaşması. Topluma zarar verecek bir konuda hiç kimse özgürce davranamaz.
Son olarak ibretlik bir fıkra anlatmak istiyorum.
Kültür yozlaşmasına uğramış bir ülkenin bir bakanı denizi olmayan başka bir ülkeye ziyarette bulunur. O ülkede deniz yoktur fakat “Denizcilik Bakanlığı” vardır. Misafir bakan şaşırır. “Ülkenizde deniz yok ama Deniz Bakanlığı var. Bu nasıl bir mantık, anlamadım” der. Ev sahibi bakanın cevabı bir tokattan daha can yakıcıdır.
“Sizde de Kültür Bakanlığı var ya…”