29 Aralık 2010 Çarşamba

Balık Uçar Mı?

Çocuğunun başarısız olmasını kimse istemez. İlerde onları iyi yerlerde görmek arzusu hiçbir zaman eksilmez insanda. Ama “BAŞARI” ve “İYİ YER” kavramları herkese göre değişir. Mesela; öğretmen okulunu kazanan bir üniversite öğrencisine başka birileri “İyi iyi. Hiç yoktan iyidir.” türünden son derece anlamsız sözler söylerlerdi bir zamanlar. Hukuk, tıp, mühendislik vs. gibi bölümlere girenler ise takdir edilirdi. Bu tür sözleri söyleyen insanlar eğitimin önemini anlamıyor veya anlamak istemiyor.
            Yani bu ülkede hukukçuya, doktora, mühendise ihtiyaç varda eğitimciye yok mu? Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu ülkede ressama da, müzisyene de, sporcuya da ihtiyaç var. Meslekler bir bütündür. Biri olmadan toplumun bir tarafı mutlaka eksik kalır.
            Bu örnekleri neden verdiğimizi izah edelim şimdi.
           Veliler öğretmenin ağzından hep şunu duymak istiyor: “Çocuğunuz sayısal ve sözel derslerden çok başarılı.” Mutlu oluyorlar bu sözleri duyunca veya üzülüyorlar tam tersi sözlerle. Elbette her veli olumlu sözler işitmek ister ve bunda da yadırganacak bir durum yoktur. Fakat unutulmaması gereken çok önemli bir ayrıntı vardır ki; bunu kimse kabul etmek istemiyor.
           Çocuklar farklı zekâ yapısına sahiptirler. Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel ve mekânsal, bedensel, müziksel olmak üzere zekâ çeşitleri vardır. Bir insan bu özelliklerin hepsine sahip olabileceği gibi sadece bir veya ikisine de sahip olabilir. Sözel zekâsı gelişmiş olan bir çocuk matematik dersinde yeterince başarılı olamayabilir ya da tam tersi, mantıksal-matematiksel zekâsı gelişmiş olan çocuk ise Türkçe vb. derslerden istenen düzeyde olmayabilir. Bunu da geçelim, bir kısım çocuklarda ise görsel, bedensel, müziksel zekâlar gelişmiştir ve bu çocuklar “yetenek dersleri” dediğimiz Beden Eğitimi, Müzik, Görsel Sanatlar (Resim-İş) derlerinde çok başarılı olmalarına rağmen aynı başarıyı diğer derslerde gösterememektedirler.
            Eğer başarı sadece bir veya iki dersle ölçülüyorsa ortada bir başarısızlıktan söz edilebilir ancak bu mantık doğru değildir. Çocuk herhangi bir alanda başarılı ise onu o dalda ele almak ve o yönünü geliştirmeye çalışılmak gerekir.
            Sadece çok güzel resim yapabilen bir öğrenci başarılıdır, çok iyi şarkı söyleyen, şarkıların ezgilerini kolay kavrayan bir çocuk başarılıdır. Futbol, basketbol, atletizm veya başka bir spor dalında yetenekli olan bir çocuk başarılıdır. Sorulan bir matematik problemini kolaylıkla çözen bir çocuk, okunan bir metinle ilgili soruları kolaylıkla cevaplandıran bir çocuk başarılıdır. Olaya bakış penceresi çok önemlidir. Her veli bunu kabul etmek zorundadır.
            Toplumun bilim insanına da, sporcuya da, sanatçıya da, eğitimciye de, hukukçuya da, ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç yine bu toplumu oluşturan fertlerden karşılanmaktadır. O halde veliler çocukları için ellerinden geleni yapmalı fakat olmazı olur hale getirmeye kalkmamalı. Böyle bir beklentide olmamalı. Aksi halde hayal kırıklığı kaçınılmaz olacaktır.
            Terzinin dediği gibi: “Ben kumaşımı tanırım.”  Herkes çocuğunu iyi tanımalı ve ondan yapamayacağı şeyleri istememelidir. Sabırla ve kararlılıkla ona yardım etmeli fakat yeteneği olmayan konularda üzerine gitmemelidir. Hele hele çok yanlış olan bir davranış var ki; ondan kesinlikle uzak durulmalıdır. Maalesef şahit olduğumuz bu üzücü tablo şudur: Baba veya anne çocuğuna ödevlerinde yardımcı oluyor. Çocuk söyleneni anlayıp yaptığı takdirde problem olmuyor ama bir konuda takılıp kalıyorsa yavaş yavaş sinirler gerilmeye ve ağza alınması son derece yanlış olan sözler sarf edilmeye başlanıyor. Nedir bu sözler? “Oğlum sen salak mısın?” veya “Kızım geri zekâlı mısın sen?” başka örnekler de var tabii ki. Peki bu sözleri sarf eden anne-baba çocuğu bir girdabın içine sürüklediğinin farkında mı?
            Çocuğumuzun yeteneklerini keşfedip onu o yönde yetiştirmemiz bir zorunluluktur. Maksat, ilerde hayatlarını kazanacakları bir meslek sahibi olmalarını sağlamak değil midir? Herkes doktor olsun, herkes mühendis, hâkim, savcı, polis, asker olsun, herkes devlet dairelerinde işe girsin, böyle bir mantık olabilir mi? Bu zihniyette olan bir insanın sinemaya gidip film izlemeye, tiyatroya gidip oyun seyretmeye, stadyuma gidip maç seyretmeye, bir şarkı dinlemeye, evinin bir köşesine tablo asmaya hakkı yoktur.
            Uçmak kuşun, yüzmek balığın, avlanmak aslanın yeteneğidir. Çocuklarımızın her konuda başarılı olmasını istemek balığın kanatlanıp uçmak istemesiyle eş değerdedir….

7 Aralık 2010 Salı

Yahya Çavuş Olmak

Yahya Çavuş ismini duydunuz mu hiç? Tarihin altın sayfaları arasında yer alan kahramanlardan sadece biridir o. Nice vatan evladı gibi canını feda eden vefakâr, cefakâr bir kahraman... Çanakkale’de şehit düşen erlerin yaş ortalaması dikkate alındığında biraz yaşlıcadır kendisi. Zira 28’dir yaşı ve ömrü savaşlarda geçmiştir. Kendi memleketi olan Çanakkale’de 67 arkadaşıyla birlikte koca bir tümene karşı saatlerce direnmiş ve nihayetinde şahadet şerbetini içerek sonsuzluğa kanat çırpmıştır.
25 nisan 1915 sabahı, düşman savaş gemileri Ertuğrul Koyu’na tonlarca bomba yağdırır. 26.alayın 3.taburu bu bölgeyi korumaktadır. Tabur komutanı Mahmut Bey ile asteğmen Hüseyin Bey'in şahadeti üzerine komuta Ezineli Yahya Çavuş’un eline geçer. Yahya Çavuş, Galiçya ve Balkan savaşlarına katılmış 28 yaşında cesur bir askerdir. Sağ kalan 67 arkadaşıyla siperlerde mevzilenmiştir. Albion ve River gemilerinden şafakla beraber karaya çıkmaya başlayan 3000 düşman askerini Ertuğrul Koyu'nun sularına gömmüş, deniz kızıla boyanmıştır. 48 saat düşmanın binlerce top mermisi ve askerine karşı kıyı ve siperleri korumuştur. Düşman, bir tümen bildiği Türk birliğini; Yahya Çavuş’un siperlerinde 62 kahraman şehidin cesedi ile karşılaşınca hayretler içinde kalmıştır.Yahya Çavuş kopan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağlamış olarak, diğer beş arkadaşıyla birlikte, Alçı tepesi eteklerinde 27 nisan günü, şahadet mertebesine ermiştir.
Bugün çocuklarımızın kaçının haberi vardır o ve onun gibi yiğitlerden. Gençlerimiz bu eşsiz kahramanları ne kadar tanımaktadır? Materyalist felsefenin uyuşturmaya, hissizleştirmeye, tepkisizleştirmeye, vurdumduymazcılığa çalıştığı genç beyinlerimize sahip çıkmak ve onların gerçek birer Türk genci olarak kalmalarını sağlamak kimlerin görevidir?
Geçmişini, tarihini bilmeyenin coğrafyasını başkaları çizermiş. 95 yıl önce Türk milletini dünya üzerinden silmeye ant içmiş ve o güne kadar yenilgi yüzü görmemiş donanmalarla kıyılarımıza gelmiş bulunan modern haçlı ordusu, Türk insanının topla, tüfekle alt edilemeyeceğini çok ağır bedeller ödeyerek öğrenmiş olmalı ki; bu gün aynı zihniyet çok daha değişik ve tehlikeli metotlarla üzerimize gelmeye devam ediyor. Hedef kitle ise çocuklarımız, gençlerimiz…
Eskiden televizyonlarda tarihimizi işleyen dizi filmler olurdu. Büyük bir ilgiyle takip eder, bir çok bilgi edinirdik.  Bu gün onlarca televizyon kanalında belki yüze yakın dizi film yayınlanmaktadır. Bunların kaç tanesi çocuklarımıza, gençlerimize faydalıdır acaba? Aile içi çarpık ilişkilerin, aldatmaların, yalanlar üzerine kurulmuş hayatların, patlayan silahların bolca işlendiği dizi filmler ne acıdır ki, izlenme rekorları kırıyor ülkemizde.
Altı, yedi yaşındaki bir öğrenci ders esnasında kalkıp bilmem hangi dizinin ismi lazım olmayan karakterinden övgüyle bahsediyor ve bunu anlatırken de yüzünde büyük bir mutluluk ifadesi beliriyor. Suçlu kim?  Başka bir çocuk ise gecenin bir saatinde yayınlanan başka bir diziden iştahla bahsedebiliyor. Sormadan edemiyorum. O çocuğun o saatte yatağında olması gerekirken ekran başında ne işi var?
“Kendi düşen ağlamaz” diye bir söz vardır. Çoluk çocuğumuza doğru-dürüst sahip çıkmıyor, onları olması gerektiği gibi yetiştirmiyor, geleceğe hazırlamakta elimizden geleni yapmıyor, sonra da ahlanıp-vahlanıyoruz.
Sevgili anne-babalar! Onu kolundan tutup okula getirmekle, cebine harçlığını koymakla, sırtına elbisesini, ayağına ayakkabısını giydirmekle sorumluluklarımız bitmiyor. Asıl yapmamız gereken onların sağlam kişilik kazanmalarına yardımcı olmaya çalışmaktır. Kızlarımız “A” dizisinin, oğullarımız “B” dizisinin sanal  karakterlerini değil, tarihimizin gerçek karakterlerini örnek almalıdırlar. Yahya Çavuş ve arkadaşlarının niçin ve ne uğruna öldüğünü bilmeli, vatanına, milletine karşı sorumlu birer insan olma yolunda ilerlemelidirler. Onların Yahya Çavuş olması veya olmaması bizlerin elinde değil mi?