12 Nisan 2020 Pazar

DİKENLER TACI


DİKENLER TACI

Bir köşesinde büzülmüş duruyordu bahçenin, Dikenler Tacı.
Papatya, laleyle konuşuyor; el sallıyordu menekşeye, gül.
Yayarken etrafına eşsiz kokularını, Manolya.
Gül dalında şarkılar söylüyordu bülbül.

Yaklaştı bahçıvan, “Susadın mı sen?” dedi.
“Al, iç kana kana.”
Sesi ne kadar içtendi.
Şefkatle okşadı manolyayı.
Sonra döndü arkasına.
Eğilip kokladı lavantayı.
Dikenler tacı, az ötede sessizce duruyordu.
Bahçıvandan küçük bir dokunuş umuyordu.

Bağırdı avazı çıktığınca, sessiz bir feryattı bu.
O kadar meşguldü ki bahçıvan, görmedi bile onu.
Büktü boynunu, bir “ah” çekti derinden.
Solup gidecekti nerdeyse, kederinden.
Kaç zamandır böyleydi, hep böyle mi olacaktı?
Herkes gülüp eğlenirken o hüznünden solacaktı.

Günler, haftalar geçti, aylar kovaladı yılları.
Her batan günün ardından biraz daha soldu yaprakları.
Sivrildi dikenleri ama! Uzadı kocaman oldu.
Ayrım yapmadı hiç, önüne gelene batıp durdu.
Çünkü öfkeliydi, yaralıydı Dikenler Tacı
Ey bahçıvan! Sendeydi belki bu yaranın ilacı.


Ya da;


Yaklaştı usulca bahçıvan, çömelip oturdu yanına.
Mütebessim bir yüz ile baktı Dikenler Tacı’na.
Okşadı dikenli taç yaprakları, parmağının ucuyla.
Bir bakış attı şefkatle, şöyle bir göz ucuyla.
Eğdi dikenlerini Dikenler Tacı, korktu batar diye.
Biraz mahcup, biraz şaşkın, bu büyük bir hediye.

O günden sonra hep büyüdü o taç yapraklar.
Küçülürken dikenler.
Çünkü değmişti onlara,
Dokunmuştu sihirli eller.

Mustafa ECEVİT
2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder