DİKENLER
TACI
Bir
köşesinde büzülmüş duruyordu bahçenin, Dikenler Tacı.
Papatya,
laleyle konuşuyor; el sallıyordu menekşeye, gül.
Yayarken
etrafına eşsiz kokularını, Manolya.
Gül
dalında şarkılar söylüyordu bülbül.
Yaklaştı
bahçıvan, “Susadın mı sen?” dedi.
“Al,
iç kana kana.”
Sesi
ne kadar içtendi.
Şefkatle
okşadı manolyayı.
Sonra
döndü arkasına.
Eğilip
kokladı lavantayı.
Dikenler
tacı, az ötede sessizce duruyordu.
Bahçıvandan
küçük bir dokunuş umuyordu.
Bağırdı
avazı çıktığınca, sessiz bir feryattı bu.
O
kadar meşguldü ki bahçıvan, görmedi bile onu.
Büktü
boynunu, bir “ah” çekti derinden.
Solup
gidecekti nerdeyse, kederinden.
Kaç
zamandır böyleydi, hep böyle mi olacaktı?
Herkes
gülüp eğlenirken o hüznünden solacaktı.
Günler,
haftalar geçti, aylar kovaladı yılları.
Her
batan günün ardından biraz daha soldu yaprakları.
Sivrildi
dikenleri ama! Uzadı kocaman oldu.
Ayrım
yapmadı hiç, önüne gelene batıp durdu.
Çünkü
öfkeliydi, yaralıydı Dikenler Tacı
Ey
bahçıvan! Sendeydi belki bu yaranın ilacı.
Ya
da;
Yaklaştı
usulca bahçıvan, çömelip oturdu yanına.
Mütebessim
bir yüz ile baktı Dikenler Tacı’na.
Okşadı
dikenli taç yaprakları, parmağının ucuyla.
Bir
bakış attı şefkatle, şöyle bir göz ucuyla.
Eğdi
dikenlerini Dikenler Tacı, korktu batar diye.
Biraz
mahcup, biraz şaşkın, bu büyük bir hediye.
O
günden sonra hep büyüdü o taç yapraklar.
Küçülürken
dikenler.
Çünkü
değmişti onlara,
Dokunmuştu
sihirli eller.
Mustafa
ECEVİT
2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder