Bu gün 18 Nisan. 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü üzerinden tam olarak bir ay geçti. Tarihe altın harflerle yazılan bu muhteşem zaferin üzerinden yıllar akıp gitti, beraberinde insani değerlerimizi de yanında götürerek… Bizlere bu vatanı bırakmak için, düşman çizmeleri altında kutsal değerlerimizin çiğnenmemesi için, ay-yıldızlı al sancağın göklerde dalgalanmaya devam etmesi için canlarını feda eden yüz binlerce vatan evladının canını düşmanın top, tüfek mermileri belki yakmadı ama ne acıdır ki bizler yakıyoruz.
Onlar mukaddes bir dava uğruna ve mukaddes bir yolda yaşama veda ettiler. Bizlere düşen ise onların aziz hatıralarına sahip çıkmak, onların tertemiz ruhlarını incitmemek olmalıydı. Onların emanetine sahip çıkmak lafla olmuyor. Bizler bu hale gelecek bir millet değiliz. Nedir bizi ecdadımızın manevi hatırasına saygısızlık etmeğe iten o haklı gerekçe!...
Üç yıl önceydi. Çocuklarım, kendilerine bu vatanı emanet eden ve bunu canıyla ödeyen ecdadını iyi tanısın, öğrensin düşüncesiyle Gelibolu yarımadasını büyük bir heyecanla gezmeye başlıyoruz. Tabiri caizse adım başı şehitlik… Mezar taşlarını okuyorum. “Osman oğlu Ali Rıza, Antep, yaş 21” “İdrisoğlu Temel, Akçaabat, yaş 21” Hasan oğlu İsmail, Halep, yaş 22” ve koca imparatorluğun her yerinden böyle yüzlerce mezar taşı… Gözyaşları arasında okuduğumuz fatihalardan sonra arkamıza baka baka uzaklaşıyoruz bir şehitlikten. Az ötede karşınıza başka bir şehitlik çıkıyor. Az önce anlattıklarımın aynısı ile karşılaşıyorsunuz. Yaş ortalamaları 22’yi geçmeyen binlerce şehit. Bedenleri toprağın altında fakat ruhları kim bilir nereleri müşahede ediyor… Yolunuza devam ediyorsunuz. Yavaş yavaş kalabalıklar göze çarpıyor ve yüreğinizi acıtan olayların başlangıcı beliriyor apansız karşınızda. Şehitlik ve yanında hediyelik eşya satıcıları…. Orası turistik bir mekân mı ki hediyelik eşya satışı yapılıyor? Daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Takdir sizin.
Şehitlikleri gezmeye devam ediyoruz. Tek bir neferi bile kalmamış olan 57. Alay şehitliği çıkıyor karşımıza. Hani Atatürk’ün meşhur “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” sözünün muhatabı olan 57. Alay… Bütün subay ve erleriyle ebediyete intikal etmiş olan şahane birlik. Anafartalar kahramanları yüce insanlar… Alay komutanı Hüseyin Avni Bey’in mezarı başında döktüğünüz gözyaşları…
İsimlerini saymakla bitiremeyeceğimiz onlarca şehitlik geziyorsunuz. Boğaz kenarında küçük bir şehitliğe düşüyor yolunuz. İnsanın yüreğini yakan, içini sızlatan bir olayla karşılaşıyorsunuz. Deniz kıyısında şehitlik, karşısında bir tesis. Aradan sadece beş-altı metre eninde bir yol geçiyor. Şehitlikte dua ederken gözünüz bir anda karşıdaki tesisin bahçesine ilişiyor. Dua etmek için havaya kalkmış ellerinizin titremesine engel olamıyorsunuz. Neden mi titriyor elleriniz? Duygulandığınız için mi, yoksa çok dua ettiniz için yorulduğundan mı?
Kimsenin yaşam tarzına karışmaya hakkımız yok elbette. İnsanlar başkalarına zarar vermemek şartıyla istedikleri gibi hareket etme özgürlüğüne sahiptirler. Ama şehitliğin tam karşısında içki içmek hakkına da sahipler mi onu bilemiyorum. Acaba bunlar yabancı mı diye dikkat kesiliyorsunuz. Mesafe çok yakın olduğu için konuşma sesleri işitiliyor. Kelimeler, cümleler tanıdık…
Biz bu hale nasıl geldik? Bu bir rüya değilse adını ne koymalıyız? Bu kadar yozlaştık mı bizler? Bu kadar mı vurdumduymaz olduk? Eğlenmek için mekân mı yok memlekette? Bu nasıl bir mantık, nasıl bir anlayış, nasıl bir yaşam tarzı…
Mehmet Akif’in “Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı” sözleri ne anlama geliyor çok merak ediyorum. Her yıl Avustralya ve Yeni Zelanda’dan Gelibolu’ya gelip Anzak Koyu’nda atalarını anan ve gece boyunca içki içip eğlenenlere mi özeniyoruz yoksa?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder