17 Mayıs 2010 Pazartesi

Kemençe Türk Çalgısıdır

2009’un Ağustos ayında  Sumela Manastırı’nı ziyaret eden bir grup Yunan turist – Grup demek ne kadar doğru bilemiyorum, çünkü sayılarının yaklaşık 2000 civarında olduğu söyleniyor- burada ayin yapmak istemiş fakat bunu gerçekleştirememişti. Ancak olayı şova dönüştürmeyi başarmışlardı.
Yunanlılar kendilerine göre haklı olabilirler, kendilerince kutsal kabul ettikleri bu mekânda ibadet yapmak isteyebilirler fakat ülkemizin kanunları buna müsaade etmiyor. İlerde bu kanunlar değişir mi yoksa aynı mı kalır bunu da bilemeyiz. Her neyse, bu ibadet olayını  bir kenara bırakalım ve asıl meseleye gelelim.
Yunan turistler burada kemençe eşliğinde horon oynadılar. Bu olay aklıma kemençenin Türklere mi yoksa Yunanlılara mı ait bir çalgı olduğu sorusunu getirdi. Daha doğrusu hatırlamama neden oldu. Çünkü daha önce bu tip konular gündeme getirilmiş ve tartışılmıştı. Elbette Yunanlılar bu hareketleriyle “Kemençe bize ait bir çalgıdır ve bizler bize ait olan bu topraklarda öz kültürümüz olan horon oyununu oynuyoruz.” mesajı vermek istediler. Olaylara tarihi açıdan bakarsak Yunanlıların bu düşüncelerinin fanteziden ibaret olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Zira yüzyıllar boyunca hakimiyetleri altında yaşadıkları bir toplumun kültürünü almış olmaları kaçınılmazdır. Tabi ki burada sözünü ettiğimiz grup Yunanistan vatandaşı olmuş Rumlardır ve bu Rumlar nüfus mübadelesi sonucu Türkiye’den  Yunanistan’a göç edenlerin torunlarıdır.
Bu topraklar üzerinde halen hayal kuranlar, Karadeniz kıyılarında kendilerinden önce Türk boylarının yaşadığını her ne kadar göz ardı etseler de bu bir gerçektir. Trabzon Rum İmparatorluğu bu topraklarda 1204-1461 yılları arasında sadece ve sadece 257 yıl hüküm sürmüştür. Kurucuları ise Haçlı seferlerinden kaçan Bizans varisi Komnenos Hanedanı mensuplarıdır. Bizans, Haçlıların eline geçince kaçıp buraya gelmişlerdir.
Sözü uzatmayalım. Nüfus mübadelesi ile Yunanistan’a giden Rumlar peşlerine kemençeyi de götürmüşlerdir. Bu gün Yunanistan’ın bazı bölgelerinde bu çalgının kullanılıyor olması bunun bir Yunan veya Rum çalgısı olduğunu göstermez. Kemençe 5000 yıllık bir Türk çalgısıdır ve bunu değiştirmeye kalkmak kimsenin haddi değildir. Yunanlılar böylesine basit işlerle uğraşacaklarına bu gün içine düşmüş oldukları krizden çıkma yollarını araştırsalar daha isabetli olur herhalde.
Peki bu konuda bizlere düşen nedir? Kültürümüzü yeni nesillere aktarma konusunda yeteri kadar çaba gösteriyor muyuz? Tarihi mekânları elbette gezip görmek ve bilgi sahibi olmak gerekir. Trabzon denilince akla sadece Sumela, Ayasofya, Kızlar Manastırı gelmemeli, yüzyıllar boyunca hüküm sürdüğümüz, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük üç padişahının mührünü taşıyan bu eşsiz şehrimizde onlara ait eserleri de bilmemiz gerekir. Bir hafta sonu, çocuklarımızı alıp bu mekânlara götürmek çok zor olmamalı.
Elin adamı yüzlerce kilometre yol kat edip buralara kadar geliyor ve kutsal kabul ettikleri mekanda ibadet yapmak istiyor. Her ne kadar zorumuza gitse de olaylara bu açıdan baktığımızda kendi eksikliğimiz ortaya çıkıyor sanki. Onlar bu mekanlara halen sahip çıkıyor veya çıkmaya çalışıyor, bizler kendi mekânlarımıza ne kadar sahip çıkabiliyoruz, bunu sorguladık mı hiç?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder